İklim Demir Tantoğlu

iklim.demir@klemensart.com

Payam Latifi’nin ‘Düşler Diyarı’ adlı cam altı resim ve seramiklerinden oluşan kişisel sergisi 24 Ocak tarihine kadar Ankara Nurol Sanat Galerisi’nde ziyaret edilebilir. Latifi ile hem sergisi hem de sanata yaklaşımı üzerine konuştuk.

Bugün Payam Latifi’nin Düşler Diyarı Sergisi’ni görmek için Nurol Sanat Galerisi’ndeyiz. Galeriye girer girmez dikkat çeken ilk şey, fonda çalan müzik oluyor. Bilmediğimiz bir dilde, bir hikâye anlatıyor adeta. Ne anlattığını anlayamasam da, Payam’ın eserleriyle bir ahenk içerisinde değişerek fakat benzer tınılarda dönüp duruyor. Müzikleri sorduğumda, Macarca’dan tutun Gürcüce, Farsça, Kürtçe, Arapça ninniler olduğunu öğreniyorum.

Payam Düşler Diyarı’nda farklı formları kullanarak, içerisine doğduğu kültür potasına referanslar vererek bir izlek sunuyor. Bu bağlamda sanat tarihi içerisinde mihenk taşı olabilecek bir yerde konumlandırıyor kendisini. Binbir Gece Masalları’na benzettiğim serginin genel aurasını gülerek kabul ederek, çok fazla bu benzetmeyi aldığını ifade ediyor. Lakin bu benzetmenin okuyucuyu kavramsal olarak farklı bir anlatıma götürmemeli. Zira Payam’ın eserleri ‘oryantalist’ olarak nitelendirilemez. Bu yabancı bakan bir göz için kolaycılıktan başka bir şey de sunmaz. Coğrafya, kültürel karşılaşmalar ve hayatının ona sundukları üzerine gelişerek ortaya çıkmış işler. Bu yönüyle de farklı olmayı başardığı muhakkak. Sergiyi izlerken istemsizce cam altı resimler ön plana çıkıyor. Dörtgen şemayı geometrik veya bitkisel bordürler çevrelerken bitiş noktasında kadın figürü ile sona eriyor. Cam altı resimlerdeki kadın figürlerinin her biri farklı karakter ifadelerine sahip. Bu bakış sanatçının bilinçli tercihi gibi gözüküyor. Canlı renk skalası ve griftleşmiş bitkisel kompozisyon ile klasikleşmiş Doğulu resim sanatının da izleğini sunuyor.

Bir sergi incelemesi yazmak amacıyla gittiğim galeride sanatçının kendisini de orada görünce mini sohbetimiz başlıyor.

Fondaki ninnileri niçin tercih ettiniz?

Serginin teması kadınların kültürün yaratılmasında ve şekillendirilmesindeki rolleri üzerine. Ayrıca bu tercih benim kişisel gelişimimle de ilgili. Çünkü kadınların kültürün en yoğun parçası olduğunu düşünüyorum. Bildiklerimi babaannemden öğrendim; Kutlamalar, yas tutmalar, yemek tarifleri, evi dekore etmek, milli ve ailevi değerler.Bu çok güzel fakat bir taraftan da yoğun kültürün altında baskı hissediyorsunuz.

Neden?

Çünkü dünya artık çok birleşmiş durumda. Birey tanımları çeşitleniyor. Yavaşca sindirmek yerine hız alıp ilerlemek modası yaygın. Anlamların derinliğinden ziyade hızlıca size ilk aklınıza getiren şeylere daha çok önem veriliyor. Göç meselesi çok yoğun. Göç ettikten sonra önce bir özlem sonra ise bir reddetme ve ardından yine bir özlem beliriyor. Bu özlem gittikçe derinleşiyor. Dolaysıyla bazen köklü kültür  hapishaneye dönüşebiliyor.

Zorlanıyor musunuz?

Epidemik bir zorlanma nedeniyle o zorluğa alışıyorsunuz. Yıllar önce camdan yapılmış, sallanan bir köprü yapmıştım. Tıpkı o köprü gibi, her adım attığınızda sallanıyorsunuz bir başa bir sona.

İşlerinizde duygularınız mı ön planda?

Sanat tarihinde romantizm de bundan bahseder. Sanatın zihinsel ve matematiksel tarafının yanı sıra duyguyu da barındırması gerektiğini savunur. Bu düşünceyi savunarak karşınızdakinin de bir şey hissetmesini seviyorum. Gelip gördükten sonra kişinin bir şey hissetmesi, özlemini vurgulamak veya onu bir duygusal ambiyansa sokmak beni çok mutlu ediyor.

Sanatınızı nasıl tanımlarsınız?

Bu sergi daha çok iç dünyamı yansıtan bir yerde. Tabi bu iç dünyası sürekli değişen ve deforme olan bir süreç. Ama son dönemde beni daha iyi yansıtıyor. Dünyada bizi simgeleyen şeyler halı ve kilimlerimiz. Ya İran halıları bilinir ya da Türk kilimleri. Ben bu iki kültüre aitim ve bu simge üzerine kendimi ifade edebiliyorum.

Çok şanslısınız. Geldiğiniz bölge sizi çok geliştirmiş olmalı.

Evet, fakat bir taraftan da sizi limitliyor. Gelişiminizi ve kimliğinizi bulmakta sizi engelliyor. Örneğin, ‘Anne size nasıl oturulacağını, nasıl kalkılacağını öğretir.’ Fakat bir taraftan da kendisi o kodlarla dışlanmışlığını yaşar. Çünkü bir kadın o. Bizim toplumlarda kadınlar şiddete ve ayrımcılığa maruz kalıyorlar. Bir taraftan onunla savaşır. Hem toplumsal kodları size öğretir, hem de onunla mücadele ederler.  Bu çelişkiyi kendi kimliğinizde de yaşıyoruz. Hem annenizi özlerken, hem de bazı konuları onunla konuşamazsınız. O kodları pat diye size doğrulturlar. Ne kadar ‘açık görüşlü’ bir anne olsa da, kodların dışında bir şey söylediğinizde içten bir hüzün yaşar. Bizim toplumlar değişik bir kaos içerisinde. Çoğu zaman bu durum çeşitli ayrımcılıklara neden oluyor.

Peki bu dışlanmanın bir nedeni de annelerimiz olabilir mi?

Elbette. Ayrımcılık yapmak ne yazık ki bulaşıcıdır. Kendinize hakim olamazsanız, ayrımcılığa maruz kaldığınız yerden başkasına ayrımcılık yapmaya başlarsınız. Bu çok garip. Ben ezilmişsem, benim gibi birini neden ezmeye çalışıyorum?  Halbuki ben ona destek çıkmalıyım ki, daha da güçlensin ve ilerleyebilelim. Ne yazık ki entrika dolu diziler para ediyor ve kadınlarımızı bu şekilde topluma yansıtıyorlar. Bu durumu, kadına yönelik psikolojik şiddet olarak nitelendirebilirim.

‘Marka peşinde olmak çok yaygın.’

Eserlerinizde tercih ettiğiniz bir form var mı?

Ben tek malzeme ve form ile var olmak istemiyorum. Sanat, dil gibi hep yenilenir. Çünkü canlı bir varlık. Sürekli yağlı boya, seramik yapan biri olarak tanımlanmak istemiyorum. Deneyimlerim, farklı malzemelerle örtüşmem ve bir şeyler keşfetmem beni o malzemeye geri götürür. Öylesine devam etmek istiyorum. Bugün cam altı resim yapıyorum. Ama genellikle ne olursa olsun, hissettiğimiz malzemeleri tercih ediyoruz. Cam altı ile ilgili bilgim vardı. Fakat Mardin ve Urfa’yı gezdiğimde motifsel bir yaklaşımı olduğunu, diğer taraftan ise ölmek üzere olduğunu fark ettim. Cam altında sadece Şahmeran çizimleri ve dua yazılarının olması üzücü. Bu tekniği çağdaşlaştırması gereken gençler lazım. Ama bugün özellikle baktığımızda gençler genelde batı sanatçıları özenip ve takip ediyorlar. Marka peşinde olmak çok yaygın. Böylelikle kişi kendisini global hissediyor. Türkiye’de insanlar buralı olmak dışında hep başka bir şey olmayı o kadar çok istiyorlar ki. Hindistan’a gittiğimde oranın gençlerinin kıyafetlerini böyle görmüyorum. Hâlâ geleneksel kıyafetlerini giyen kızlar, Hint kültürüne hitap eden kıyafetler giyiyorlar. Kültürel miraslarına sahip çıktıkları için, bugün büyük su barajlarının yapılmasına karşı çıkan aktivistler görebiliyoruz Hindistan’da. Aynı şekilde Küba’da, bir kola içmeye hasret gördüğümüz o genç, vergisiyle kaldırımın asfalt olup olmamasına karar verme hakkına sahip. Ama biz? Sahip olduğumuz şeyleri nasıl değiştirebiliriz ya da yok edebiliriz, bunun peşindeyiz. Çünkü bizim için o artık eskimiş, kokuyor, kirlenmiş. ‘Aman, tutup tutup ne yapacağız, ver gitsin!’ diyoruz. Ve hep Batılaşmayı özeniyoruz. Bir halı desenini, seneler önce köydeki bir kızın bu denli soyutlandırabilmesi, renk harmonisini düşünebilmesi müthiş bir şey değil mi? O kızla benim aramdaki fark ne?

Geleneksel olanı çağdaş bir yorumla sunduğunuzu düşünüyor musunuz?

Umarım. Geleneklerimiz var olduğu, onlarla yaşamasak da ders alabileceğimiz ve onlara renk katabileceğimiz bir ortam istiyorum. Dediğim gibi o halı deseni çok güçlü olup, o kültür sizi çok baskılayabilir. Ama siz ona ne katıyorsunuz? Ben göç etmek istemiyorum. Ben burada yaşamak istiyorum, doğduğum yerde yaşamak istiyorum. Neden göç edeyim? Neden doğduğum yere bir renk katmayayım? Kolayını tercih etmek haksızlıktır. Güzelim el örgü halıları, polyester fabrika ürünü halılarla değiştirildi. Keşke bir gün Halı Günü festivali ilan edilse herkes evindeki miras kalan halılarını, teraslarından, camlarında dışarı assa. Ne kadar farklı bir ambiyans yaratır. Fakat biz bunu tercih etmiyoruz. Keşke turistlere sattığımız halı kilimlerden biraz da kendimiz alsak gururla duvarlarımıza assak. Ahşap ve yünün bolca bulunduğu bir ülkede yaşıyoruz, ama çoğumuzun evinde ahşap mobilyalar yerine IKEA’nın L koltukları var. ‘Neden?’ diye sorduğumda, ‘Ahşap mobilyada yayılamıyoruz’ cevabını alıyorum. ‘O zaman evine bir sedir yaptır’ dediğimde ise, ‘O ne ya, nargile bahçesi gibi olur’ cevabı geliyor. Peki neden nargile bahçesi olmasın? Sen de bir şeyler kat, modernleştir. Ama hayır! Sonra yaz tatilinde İtalya’nın Sardunya adasına gidilip, o sedirin üzerinde Instagram için fotoğraflar çekip paylaşılmaya bayılıyoruz. Ne acı!

Halılardan bahsetmişken, Anadolu’da camilere halı hediye etme geleneği vardı. Öyle ki yakın dönemde Konya Alaeddin Cami’nin depolarında çok sayıda el dokuma halı bulundu.

Bu çok hoş bir gelenek. Ben bir arkadaşımın evine gittiğimde polyester halıları gördüğümde çok üzülüyorum. Neden polyester halı? Bünyan Halısı, Hereke Halısı nedir biliyor musun? Farsça’da edebi bir cümle var: ‘Bizdendir ki bize gelenler başımıza geliyor.’

Çağdaş Sanat hakkında ne düşünüyorsunuz?

Çağdaş sanatın biraz isyankâr olması gerektiğini düşünürüm. Her şeyi kabulleniyorum. Benim kabullenmediğim yerde o bir başkaldırı olabilir. Çağdaş Sanat’a politik olmak yakışıyor. Dolaysıyla bazen anlamsızlaşmakta politik bir vurgu olabiliyor. Yaşadıklarımızı acımasızca vurgulaması bence hoş ve gereken bir yaklaşım. Bu acımasızlık hoşumuza gitmeyebilir ama bir tarihsel nesne orda şekilleniyor ve bağırıyor. Buna izin veren tek kanal ise sanat. Kafamızdaki kültürel dokuyu hissedemeyebiliriz. Ama bir taraftan da sanatı politik ve başkaldıran yönüyle de kabullenmemiz gerekiyor. Asıl sorun bunu kritize edecek kişilerin olmaması. Sanatın toplumda canlı akması için sanatı eleştiren, çekiştiren insanlara ve uzmanlara ihtiyacımız var o zaman sanatta gelişiriz var oluruz. Bu konuda gençlere seslenebilirim eleştirin okuyun ve uzmanca yazın toplumumuz için.

Kültürün parçası olan yıllar sonra hatırlanacak zaten. Geri kalan ise alınıp satılan bir ürün olmanın ötesine gidemeyecek diye düşünüyorum.

Bu bir noktada üzücü bir şey. Ekonomik kaygılar o kadar zor ki. Gençler yaratıcı olmaktansa kopya işler yaparak bir yerlere gelmek istiyorlar. Yaratıcılık yok oluyor, Buna ciddi galeriler bile gözlerini kapatıyor. Eminim ki biliyorlar kopya olduğunu fakat bir satış politikası olarak sürdürüyorlar. Bu dünya çok serbest bir dünya. Dolayısıyla bunlar da olacak.

Zaman eler o zaman. Önemli olan kıymetli olanın bugün de değer görebilmesi değil mi?

Arkanızda güçlü bir kurum olmadığı zaman yaratıcı fikirler yok olmaya mahkûm oluyor. Mesela ben şehir ile ilgili bir iş yapmak istiyorum. Bir binanın cephesine bir işle kaplamak istiyorum.

Bu konuyla ilgili bir adımınız oldu mu?

Küçük bir adımım oldu ama siz de görüyorsunuzdur. Şehir Meydanı’nda kocaman bir cam altı halı asılacak diyelim. Kimse buna izin vermez. Ben sizin gibi okur yazan birini etkilemektense oradan geçen bir kız çocuğunu etkilemeyi daha çok isterim. Çünkü o yarın hepimizin kahramanı olabilir. Fakat onunla aramda bir irtibat kanalı yok. Hem iznim yok, hem de ekonomi buna izin vermez. Avrupa’nın en büyük avantajı bu sanırım. Devlet genç sanatçılara destek oluyor.

Türkiye’den gitmek istiyor musunuz?

Finlandiya’da Master Programı kazandım. Korktum gitmeye. Ardından Almanya’da yine bir Master Programı kazandım. Ona da gitmedim. Sonra kendime bir ayna tuttum: ‘Sen niye gitmiyorsun?’ diye. Çünkü burada da beni tutan şeyler var. Buradan gitmeyi düşünen arkadaşlarımla da ciddi tartışmalar yaşıyoruz. Niye gidiyorsun? Kendimi bir Batı ülkesinde kanıtlamak yerine, kanıtladığım yerde durup dünyaya açılmak isterim.

‘Bizler ülkelerimizin kültürel izlerine sahip çıkan çağdaş sanatçılarız.’

Sıklıkla Latin Amerika referansı veriyorsunuz. Bu bölgeye bir merakınız mı var?

Latin Amerika beni çok besliyor. Oradaki sanatçıları izledikçe, onlardan çok etkilendim. Ben Güzel Sanatlar’da okudum. Bunların hiçbirinden bahsedilmemesi ne kadar büyük bir kayıp. Örneğin Sürrealizm akımını çok beğenirim. Ama Sürrealizmin babası var Latin Amerika’da. Neler yapmışlar ve yapmaya da devam ediyorlar. Fakat hiçbir yerde isimleri yok. Sanat tarihi derslerinde, Avrupa ve Batı sanatı dışında başka yerlerin örneklerinin de yer alması gerektiğini düşünüyorum. Evet, belki Batı akımları gibi bir teori üzerine şekillenmemiş olabilirler ama yine de duygusal ve ruhsal bir süreci vurguluyorlar.  Bence, bu topraklarda sanat okuyan bir öğrencinin Hint, İran ve Osmanlı minyatürleri arasındaki farklılıkları ve örtüşmeleri bilmesi gerekir. Bizi Oryantalist sanatçılar olarak adlandırmaları yerine, bizlerin ülkelerimizin kültürel izlerine sahip çıkan çağdaş sanatçılar olduğunu vurgulamaya çabalamalıyız. Taner Ceylan gibi.