İklim Demir Tantoğlu
Sanatçı Seval Şener Galeri Siyah Beyaz’da açılan Uyuyan Venüs adlı sergisinde sanat eserlerine konu olmuş klasik Venüs anlatısını, minyatür geleneğini arka fon yaparak yeniden yorumluyor. Venüs kültü, minyatürler ve kadınlığı barındıran bu serginin detaylarını gelin birlikte irdeleyelim.
‘Venüs’ nam- ı değer ‘Afrodit’in (Yazının devamında Venüs yerine Afrodit ismi tercih edilecektir.) kökeni Mezopotamyalı bir kült olan Tanrıça İştar’a dayanmaktadır. İştar/İnanna kültü, zaman içerisinde Yunan anlatılarında birtakım farklılıklar ile Afrodit’e, Roma anlatılarında ise Venüs’e evrilmiştir. Bu kültün Batıya Asurlular tarafından getirildiği düşünülmekle birlikte farklı varyasyonlar aracılığıyla dünya sanatına konu olmuştur. Azra Erhat bu hikayelerin Batılı görülmesinin sebebini bu dillerde kaleme alınmasına bağlar ve özünde bu söylencelerin Anadolu ve Mezopotamya kültürünün kökleşik parçaları olduğunu vurgular. Yıllar içerisinde Afrodit anlatısı kadın hikâyelerinin arketipi olmuş, popüler kültürde kadın karakterlere yüklenen davranış kalıplarıyla klişe tiplemeler bile yaratılmıştır. Seval Şener’in eserlerinde ‘Afrodit’, dünya sanat tarihinin klasikleşmiş betimlemelerinin (Boticelli, Giorgione, Titian vb. sanatçıların eserleri) farklı formatlarda yeniden yorumlanması olarak karşımıza çıkmakla birlikte, bu figürler sadece ‘minik Afroditler’ değil. Serginin adı her ne kadar Afrodit’e gönderme yapsa bile, özünde bir çeşit kadın temsiliyetini aktaran metafor görevi üstleniyor. Boticelli’nin Venüs’ünden Manet’in Olympia’sına kadar kadın arketiplerine kendi yorumunu katan Şener, benzer anlatıyı minyatür arka fonunda ele alarak özünde Doğulu olan Afrodit hikayesine geleneksel bir çerçeveye oturtuyor. Sanatçının klasik anlatıları ve sanat eserlerini bozup yeniden yaratarak sunuşu ‘Postmodern’ olarak değerlendirilebilecek olsa da hikâye yine Afrodit üzerinden benzer kadın hikâyesinde çözümleniyor.
Dönüşüm
Boticelli’nin ,‘Venüs’ün Doğuşu’ tablosu Yunan anlatısını temel alan göstergelere sahiptir. Denizin köpüklü dalgalarından doğan Afrodit’in çıplaklığı sanatçı tarafından zarif bir şekilde sınırlandırılmıştır. (Yeni doğmuş Afrodit, cinsel organı ile göğüslerini kapatır.) Öyle ki, Batı resminde Afrodit’in işlenişi bu yönüyle daha muhafazakâr bile olabilir. Zira Burney Rölyefi olarak bilinen genellikle Tanrıça İştar’a atfedilen Mezopotamyalı figür çıplaklık konusunda çok daha cüretkârdır. Fakat Afrodit betimlemesi zaman içerisinde kutsiyetini kaybederek ‘insanlaşmıştır’ ki bu dönüşüm aşk ve güzellikle anılan bu Tanrıçanın cinsellik ile ilintisini daha çok ortaya koyar olmuştur. Aynı Kubaba, Magne Mater, Kibele’nin karşısına ‘saf, temiz, kutsal anne’ figürü olan Meryem Ana’yı koyması gibi. Günümüz anlayışında aşk ve cinsellik – Afrodit- bir tarafta iken bereket, yaratıcılık ve kutsiyet -Magne Mater- diğer tarafta yer alıyor. Peki Şener’in Afrodit figürleri anlatılanların neresinde yer alıyor? Eğer Sanatçı Afrodit kültünü klasik anlatıya benzer bir formatta ele almış olsaydı, bunun üzerine fazla bir söz söyleyemezdik. Eserlerdeki ana figürler Batılı örnekleriyle benzerlikler gösterse de, renk ve kompozisyon kullanımıyla kesinlikle benzerlerinden farklı bir üslupla ele alınmış. Bilinçli bir tercih olarak kullanılmış minyatür formunun getirdiği üslubun etkisiyle ilk bakışta figürler yer yer daha karikatürize imajı veriyor, detaylı incelendiğinde ise ifadeler ve duruşların özgün eserlerdeki örnekleri ile benzer olduğu görülüyor. Bu yönüyle Afrodit’in sanat tarihindeki ele alınışı ile benzerlik göstermekte. Fakat Afrodit kültü anlatısına eşlik ederek asıl farkı yaratan unsur figürlerde değil, kullanılan minyatür fonunda. Bu noktada -pek çok insanın aklına geleceğini düşündüğüm için- vurgulamak istediğim kişisel yorumum Seval Şener’in eserlerindeki minyatür tercihinde ‘Doğululuk’ vurgusu doğru olsa da, İslam ve çıplaklık çerçevesinde değerlendirmede bulunmak kesinlikle doğru bir bakış açısı sunmaz. Zira minyatürü bir sanat dalı olarak İslamiyet’e ait bir alan olarak göremeyiz. İslam inancını tasvir etmediği sürece-ki bu anlayış bile tartışmalıdır, İslam ikonografisine ait minyatürler de mevcuttur.- figür ve çıplaklık İslam’ı kabul etmiş toplumların sanatında görülebilir.
Boticelli’nin Ardından ‘Venüs’ün Doğuşu’ , 2024, kağıt üzerine sulu boya, guaj, renkli kalem, 100*70 cm.
Minyatür Ekollerinin İzleri
Sanatçının tercih ettiği minyatür fonları, Safevi ve Osmanlı atölyelerinde varlık gösterecek olan Herat Ekolü, ‘portolano’ adı verilen resimli haritalar ile Matrakçı’nın kent çizimlerini andıran ve daha pek çok farklı üslupla benzerlikler göstermekte. Altlık olarak kullanılan minyatür formu içerisinde figürler, özgün hâllerine benzer bir biçimde fakat oraya sonradan yerleştirilmiş bir görünüme sahip. Şener’in minyatürlerinde resim sahası yukarıya doğru uzarken, bazı örneklerde bilinçli bir biçimde çerçevenin dışına taşıyor. Kimi örneklerde hikâyeci anlatıma uygun olarak Afroditler(Kadınlar), resim yüzeyinde ön planda ele alınırken, kimilerinde ufuk hattının yükseltilmesiyle resimdeki peyzaja göre küçük kalabiliyor. Fon olarak kullanılan minyatür formatlarında bir üslup birliği mevcut değil. Sanatçının pek çok farklı üslubu kompozisyonuna yedirmesi bilinçli bir tercih midir bilemesek de, bir zenginlik yarattığı aşikâr.