Dolunay May
Emel Ezal’ın ‘Huzurlu Bir Rahatsızlık’ sergisi zihnimizdeki sanata dair tanımlamaları tekrar sorgulatırken, Türkiye’de sanata dair kaygan etimolojik zemin hakkında da düşünmeye sevk ediyor.
Emel Ezal’ın, ‘Huzurlu Bir Rahatsızlık Hissi’ sergisindeki eserlerini gördüğüm anda içimden ‘İşte, bir ressam!’ diye geçirdim. Hemen akabinde, bunu sesli olarak dile getirseydim o an etraftaki sanat profesyonelleri ya da Ezal bunu nasıl karşılardı? sorusu, zihnimde belirdi. Sözlüklere göre; ressam, Arapça ‘rsm’ kökünden, ‘resim yapan, çizen’ anlamına geliyor. Resim yapan kişiyi ressam olarak adlandırmak, dil bilgisine ve kültürel geleneğe uygun olmasına karşın bu tanım neden günümüz sanatında çok daha az kullanılır oldu? Sanat kurumlarındaki sergilemelerde resimlerini izlediğimiz kişiyi ressam olarak adlandırmak onu ve sanatı tam olarak anlayamadığımız veya eksik tanımladığımız anlamına mı gelir? Aslında bu sorular, sanatla ilgili neredeyse her konuda olduğu gibi sıradan izleyici veya sanatsever olarak kendimizi bu alanda yetersiz hissetmemizden kaynaklanıyor. Sanat çevrelerinin kendi içinde kurup, dolaşıma soktuğu kendine özgü terminoloji de böylesi tanımları çoğu zaman belirsiz hale getiriyor. Örneğin ülkemiz sanat profesyonelleri, bugün görmeye alıştığımız biçimleri ‘çağdaş sanat’ ya da ‘güncel sanat’ olarak isimlendirmekte henüz mutabık değiller.
‘Dalga Sesi’, Tuval üzerine akrilik ve yağlı boya.
Zamanın ve dilin getirdikleri
Sanatla ilgili her konuda olduğu gibi adlandırma ve tanımlar, sanat kuramının derin açıklama ve tartışmalarına muhtaç ve keskin hatlarla çevrelemek neredeyse imkânsız. Bununla birlikte kültürel geleneğin getirdikleriyle, medeniyet ve kültürü biçimlendirmekte baskın hale gelmiş Batı’nın terimleri arasında sıkışmışlıktan kaynaklı belirsizlikler de söz konusudur. Ressamın İngilizce karşılığı olan ‘painter’, bu dilde ‘boyacı’ anlamına da gelir. Batılı bir ressamın, sanatının derinlik ve kapsamını boyacıdan ayrıştırmak için kendini sanatçı ‘artist’ olarak tanımlaması anlaşılırdır. Öte yandan bu dilde boyacıyla, ressamın aynı kelimeye karşılık gelmesi tesadüf olmadığı gibi, Batı’nın sanata olan yaklaşımıyla ilgili geleneksel ipuçları sunar. Batı’nın politik ve kültürel hegemonya aracı, turistik ürün haline getirdiği Rönesans ressamları, döneminin bir nevi işçileriydi. Günümüzde ‘yüksek sanat’ın ölümsüz efsaneleri gibi karşılanmasına alıştığımız Rembrant, Van Eyck gibi ressamlar, yaşadıkları dönemin toplumu nezdinde vesikalık fotoğrafçı esnafından çok daha fazlası değildi. Bu bir meslekti ve yaptıkları da elbette iş olacaktı. Batıda esere karşılık gelen iş – ‘work’- tanımı, Avangart hareketlerin sanatta geçerlilik kazanmasıyla ayaklarını basacak bir zemin bulmuş oldu. Deneyime dayalı anlık ve geçici çalışmaları, eserin çağrıştırdığı kalıcılık yerine, iş olarak adlandırmak dilimizin mantığında da yer buldu.
Sanatsal çokluk ve yeni anlamlar
Resim olarak adlandırılamayacak derecede karışık teknikte ve çok boyutlu çalışmalara iş demek kendine özgü tanım çözümü sunuyordu. Böylece ressam yerine sanatçı, eser yerine iş demek her anlamda çok daha uygun ve basit bir tanım olarak karşımızdaydı. Her geçen gün bir yenisinin eklendiği bienaller, kavramsal sanat biçimlerini oldukça popüler hale getirdi. Sanat çevrelerindeki popülerliği, kavramsal çalışmaların bir teknik ve biçimden öte klasik olandan çok daha geçerli bir sanat yöntemi olduğuna yönelik inançları günden güne besledi. Böylece ‘iş’ tanımı tüm yaratım ürünlerini kapsayacak biçimde yaygınlaştı. Bununla birlikte ‘eser’ tanımının dilimizde çağrıştırdığı epik tınılara karşın, ‘iş’ karşılığı, çok daha dingin ve aklı başında bir çerçeve sunuyor gibi görünüyordu. ‘İş’ tanımı, uluslararası bağlantıları olduğunu dolaylı yöntemle de olsa vurgulamaktan hoşlanan ülkemiz sanat profesyonelleri tarafından bir süre incelikli bir terminoloji olarak da kullanıldı.
Güncel (ya da çağdaş) sanat, sanatçı kavramının sadece kapsamını değil, üretim alanlarını da çok branşlı (multidisipliner) hale getirdi. Bir sanatçı, resim ve heykel benzeri çok boyutlu çalışmalar, video ve fotoğraflar, ses, metin veya performans alanlarında üretimler yapıyor, tüm bunları tek bir proje halinde sunabiliyor. Çoklu biçim ve teknikler ortadayken resim alanında eğitim almış, hayatını resim yaparak sürdüren birine ressam demek magazin basınında görmeye alıştığımız şarkıcı-sanatçı tartışmalarına benzer bir etkiye neden olabiliyor.
İsimsiz, Tuval üzerine akrilik boya.
‘Eser, bir şeyi temsil eden en küçük ve ölümsüz parçadır.’
Saydığımız tüm yönlerine karşın tanım farklılaşması, ülkemiz sanat çevrelerinde yaşanan neredeyse her sorunsala temel teşkil eden meseleye işaret ediyor. Batının sanata belirlediği zemin ve çerçeveye öykünmeci yaklaşımlar, kendi kültür derinliğini deneyimleme özgürlüğünü sanat profesyonellerinin elinden aldığı gibi araştırma zorunluluğu hissetmemenin konforuna neden oluyor. Ezal’ın resimleri tam da bu noktaya temas ettiği için zihinde meseleyi sorunsallaştırıyor. Tamamlanmamış, belirsiz bir anda ve noktada bırakılmış gibi görünen kompozisyonlar bir katalizör gibi, saydığımız etkilerden arındırarak kültürel zihnimizdeki eser tanımını berraklaştırıyor. Çünkü gücü, heybeti, önem veya etkiyi çağrıştıran epik bağlamlarına karşın eser; aynı zamanda bir şeyi temsil eden en küçük parçadır. Hiyerarşiden bağımsız olarak bir yapıyı meydana getiren unsurdur. Yapının gücü, kütlesi ya da hacminden bağımsız olarak temsil bağlamında ayrıştırılamaz ve ölümsüz olan parça, eserdir. Ressam ya da sanatçı adına ne dersek diyelim, yaratıcı eylemdeki kişinin var edeceği boş tuvalde, paletine hazırladığı boyada, veya fırçasıyla temas ettiği o ilk anda eser artık oradadır. Eğer ‘iş’ tanımı İngilizce’de bizdekiyle tam örtüşen anlamıyla; başlamış ve bitmiş bir işlem olarak eseri karşılasaydı, ne sanatçının kendisi ne de izleyenler için onu deneyimlemek işten olurdu. İş; işlemektir, boyacının yaptığı tam olarak budur. Ortaya çıkana ne isim verilirse verilsin, konu boyayan kimseye ressam veya sanatçı denilemeyeceği açıktır. Kabul görenin aksine asıl kavramsal çalışmalar eser olmasaydı, ortada tanımsız yığınlardan başka bir şey kalmazdı. Aynı nedenle, tıpkı yaşamın kendisi gibi, henüz tamamlanmamış kompozisyonlar ‘rahatsızlık hissi’ uyandırsa da Ezal’ın resimlerindeki eser, izleyenler için varlığı hissetmenin huzuruna dönüşür. Emel Ezal, ‘Huzurlu Bir Rahatsızlık Hissi’ sergisi 1 Şubat 2025 tarihine kadar Labirent Sanat (Beyoğlu, İstanbul) galerisinde izlenebilir.