Dolunay May

dolunaymay@gmail.com

Eda Erdem heykelindeki sorun, sadece ışıklandırma veya maskülen hatlarla açıklanabilir mi? Michelangelo’nun Davud heykelinden yola çıkarak, bir anıt heykelin izleyiciyi hikayenin derinliklerine çekebilmesi için neye ihtiyaç duyduğunu tartışıyoruz.

Voleybolun kadın yıldızı Eda Erdem’in oyuncusu olduğu Fenerbahçe Spor Kulübü tarafından yaptırılarak açılışı gerçekleştirilen heykeli, tartışmaları da beraberinde getirdi. Genel eleştiri, heykelin Erdem’e ve dolayısıyla bir kadına göre fazlasıyla maskülen, dolayısıyla kaba ve erkeksi hatlara sahip olduğu yönündeydi. Kimine göre eleştirilen bu maskülenlik heykele belirli açılardan bakıldığında çok daha belirgin ve itici bir görünüm kazandırıyordu. Heykeltıraş başta olmak üzere kimilerine göre bu kusurlu görünüme neden aydınlatmaların hatalı yerleşimiydi.

 

Ülkemizde heykel meselesi son dönemde kentlerin kendileriyle özdeşleşmiş konularda şehrin belirli noktalarına yerleştirilen kimi heykellere gösterilen tepkilerle popülerleşerek bir kültür sanat eleştirisi atmosferi yarattı.

 

Meselenin daha çok profesyonelleri ilgilendiren sanat kuramsal bağlamlarını bir kenara bırakırsak anıt ile heykel arasında içerik bakımından farklar bulunur. Anıtlar tarihi bir kişiliği, olay ya da olguyu temsil etmeyi amaçlar. İzleyici, yani bir anıta bakan kişi tasvir edilen kompozisyonun ardındaki hikayeyi üç aşağı beş yukarı bilir ya da anıtın tam da amacı bu hikayenin merak edilip, öğrenilmesine yöneliktir.

Özgürlük Anıtı, depophotos

Hikayenin vurgulanmak istenen unsurları görünürleştiği sürece sahne edilen olayın ya da kimselerin birebir kusursuz yansımaları anıt heykelde olması gerekli ilk şart değildir. Bu nedenle anıt heykellerde bir fotoğraf karesi gibi gerçeğin yorumsuz bir yansıması aranmaz.  Dolayısıyla anıtlarda asıl önemli olan gerçeğe kusursuz benzerlik veya anatomik oranlar değil o anıtın oraya dikilmesine sebep olay veya hikayenin kendisidir. Balmumu heykeller bu nedenle birer anıt ya da sanat eseri değil, çoğunlukla eğlence ve turistik amaçlı tasvirlerdir.

 

Anıtlara konu edilen tarihi figürler çoğunlukla heykelin yapıldığı dönemde hayatta değildir. Öte yandan kimi tarihsel kişilik kendileri hayattayken de anıtlarını diktirmiştir ya da aynı amaçla tablolarını yaptırmıştır. Yaşayan birinin heykelini ya da tablosunu yapmak sanatsal anlamda diğerlerine göre çok daha incelikli, karmaşık süreçleri beraberinde getirir. Portre sanatı kendine özgü teknik becerilerin yanında sanatsal kimi yetkinlikleri de şart koşar. Örneğin Napolyon gibi minyon ve  sıradan görünümlü birini heybetli ve azametli hem de yadırganmayacak şekilde aslına uygun biçimde tasvir etmek kendine özgü sanatsal mahareti gerektirir.  Eğer konuya dahilse kişinin üzerinde tasvir edildiği atı da aynı derecede atılgan ve zarif göstermek gereklidir. Medeniyet tarihi boyunca insanoğlunun en yakın dostu, kahramanlıklarının ve cesaretinin bir parçası ve sembolü olmuş atların ilginç biçimde asırlar boyunca hatalı tasvir edildiği fotoğraf makinelerinin hareketli görüntü çekmeye başlamasıyla anlaşılmıştır. Dört nala koşan bir at gerçekte anıt heykellerde ya da tablolarda sayısız defa resmedildiği gibi zarif ve estetik görünmez.

David, Jacques-Louis, Napoleon Crossing the Alps, 31 December 1799

Anıt heykel ve portrelerde yansıtılan bir hikayedir. İyi hikayeler kimi durum ve sahneleri özellikle tasvir etmeyerek okuyucunun hayal dünyasına kapı aralar. Böylece kimi boşluklar okuyucu tarafından doldurularak yaratıcılığını deneyimlemesine imkan yaratır. Dolayısıyla hikayelerdeki sahneleri yazar değil aslında okuyucu zihninde meydana getirir. Okuyucunun bir hikayeden aldığı tat tam da bu noktada gizlidir. İyi bir anıt heykel de hikayenin bu özelliğinden faydalanır. Hikayelerin sonsuz sayıda söz ve kelime imkanına karşın, bir anıt heykelin tüm duyularla deneyimlenebilme imkanı vardır. Böylece sanatçı, iyi bir heykelde tüm hikayeyi giriş, gelişme ve sonuç bölümlerini hayal etmeye imkan verecek yorum ve çözümler ortaya koymalıdır. Bir kitap, tiyatro oyunu, film, resim ya da heykeli iyi bulmamızın nedeni farkında olalım veya olmayalım  sahnelemedeki bu yetkinliktir. Örneğin kendisinden önce asırlar boyu sayısız defa tasvir edilmiş olmasına rağmen ‘Davud’ denilince akla gelen tek sanatçının Michelangelo olması sahnelemedeki bu yetkinliktir.

Michelangelo, David, 1504, Heykel, 517 cm, Akademi Galerisi, Floransa

Eda Erdem’in sadece sporseverlerin değil tüm halkın gözleri önünde yaşanan, iletişim teknolojisi sayesinde anbean kare kare hafızalara kazınmış, çoğu anı ağır çekimlerle destanlaşmış hikayesi bir anıtta etkili bir biçimde nasıl sahnelenebilirdi?

Aslında Michelangelo, Davud heykeli için görevlendirildiğinde de şartlar farklı değildi. Asırlar boyunca nesilden nesile aktarılarak zaten çoktan ölümsüzleşmiş, coşku dolu bu zafer hikayesi aynı zamanda inanç sisteminin de bir parçasıydı. Dini tasvirlerin, ayinlerin ayrılmaz bir parçası halinde, tıpkı Erdem’in maçları gibi Davud hikayesinin her ayrıntısı insanların hafızalarına yıllarca kazınmıştı. Üstelik Erdem’in heykelinden farklı olarak Donatello, Verrocchio gibi ünlü ustalar dahil olmak üzere Davud defalarca tasvir edilmişti.  Ama bu büyük ustalar da tıpkı Erdem’in heykelindeki gibi Davud’u o bilindik zafer kutlaması anında tasvir etmişlerdi. Oysaki Michelangelo’nun Davud’u bunlardan çok farklıdır. Davud’un gözlerinde cesaret ve kararlılığın yanında bilinmezlik ve endişeler de açıkça okunur. Tüm asil ve zarif duruşuna karşın vücudundaki kaslarından, hararetle atarcasına çarpan damar detaylarından gerilimli biçimde tetikte beklediği hemen hissedilir. İleriye bakan gözleri, hafif çatık kaşlarla gözetlerken elinde sakladığı taşı omuzundaki sapanına yerleştirip fırlatacağı doğru anı beklemektedir. Davud’un ifadesi öylesi etkilidir ki, bir rivayete göre siparişi veren Papa, heykeli ilk gördüğünde Davud’un baktığı yöne doğru istemsizce kafasını çevirip neye baktığını anlamaya çalışmıştır. Dolayısıyla Michelangelo’nun Davud’u, sanki bu hikayenin sonunun nasıl biteceğini bilmiyormuşuz gibi o anın tüm geriliminin içine bizleri çekerek yeniden hissederek yaşamamızı sağlar. Michelangelo’nun sanatçılığı, tek bir anda bütün hikayeyi baştan sona yeniden hayal edip kurgulamamıza imkan veren bu ustalığındadır.

 

Öte yandan Michelangelo’nun Davud’u ilginç biçimde teknik anlamda kusurlu bir heykeldir. Davud’un başı, elleri ve ayakları anatomik oranlarla çatışır. Michelangelo, 5 metreden daha uzun bu heykelin üzerine yerleştirileceği kaideyle birlikte tam karşısından izlemenin mümkün olamayacağını biliyordu. Bu nedenle izleyenlerin perspektif illüzyon etkisiyle eserini uygun biçimde görebilmesi için başı ve elleri vücuda oranla çok daha büyük yaptı. Eda Erdem  heykelinde izleyiciyi rahatsız eden özellikleri ışıklandırma hatasıyla açıklamak kurulan sahnedeki tüm unsurların eserin bir parçası olduğunu görmezlikten gelmek olacaktır.

 

Teknik ve yöntemleri farklı olsa da tüm sanat eserleri biz izleyicilere bir sahne kurar. Bizler bu eserleri okuduğumuzda, duyduğumuzda veya izlediğimizde bu sahne aracılığıyla düşünür, hayal eder ve deneyimleriz. Bu nedenle bir sanat eseri; gerçekliği şüpheye yer bırakmayacak biçimde tasvir ettiğinde değil, izleyenin gerçekliği sorgulayarak yeniden sahnelemesine imkan verdiğinde ‘iyi’ olarak nitelendirilir.

Eda Erdem Heykeli, Depophotos