Dolunay May
Sosyal medyanın toplumsal yaşamı ne denli dönüştürebileceğini öngören yönetmen Iñárritu, 10 yıl önce sinemalarda gösterime giren filmi Birdman’de meseleyi mitolojik bir altyapı içerisinde sahneliyor.
Birdman, Hollywood hikâyelerinde çok defa örneğini gördüğümüz; yaş almaya başlamış bir aktörün eski şaşalı günlerine olan özlemi üzerine kurulu gibi görünür. Filmin başrol karakteri Riggan Thomson (Michael Keaton), 90’lı yıllarda Birdman filmleriyle ün kazanmış, yapımcıların ve hayranlarının beklentilerinin aksine süper kahraman devam filmleri yerine kariyerine tiyatro ile devam etme kararı almış bir aktör olarak karşımıza çıkıyor. Tüm hikâye Riggan’ın kendi uyarladığı tiyatro oyunun Broadway sahnelemesinde yaşanan olaylar çevresinde gelişirken, Michael Keaton’ın 90’lı yıllarda Batman rolüyle hafızalardaki yeri filme ayrı bir ironi kazandırıyor. Başroldeki Riggan karakterini filmin ilk sahnelerinden itibaren, kariyerinde aldığı kararların sancılarına ve özel hayatında yaşadığı sorunlarla birlikte artık dünyadan dışlanmaya başladığı hissiyle tanımaya başlıyoruz. Beyaz perdenin göz alıcı ışıltısı ve tiyatro sahnesinin organik gerçekliği arasında sıkışmış, şizofreniye varacak bir kimlik bunalımı yaşamaktadır. Öte yandan değişmekte olan dünyaya ayak uyduramamak bireysel varoluştan öte onun gibi bir ‘şöhret’ için artık yok olmak anlamına gelmeye başlamıştır.
Ortak kimlik yaratma
Hollywood ürünü olarak tüm dünyada yer bulan şöhret kimliği kimi açılardan, sosyal medyanın dijital çağ öncesi arketipi niteliğindedir. Örneğin, ‘şöhretler’ tanışmıyor olsalar bile, karşılaştıkları anda birbirleriyle etkileşime girer. Coğrafyaları farklı da olsa aynı şeyleri beğenir, aynı konulardan şikâyet eder, içinde yaşadıkları toplumdan ayrık ama birbirlerine benzer görünürler. Sosyal medya başlarda gerçek hayatta tanıdığımız insanlardan kurulu bir ağ iken zamanla hepimiz için kapsamını ve anlamını genişletti. Tıpkı şöhretlerin öteden beri birbirlerine olan yaklaşımı gibi gerçek hayatta hiç karşılaşmadığımız insanları zaten tanıyormuş varsayımıyla etkileşim kurmaya başladık. Bir yerlerde yüz yüze karşılaştığımızda ortak bir geçmişimiz varmışçasına sohbete kaldığımız yerden devam edebilir hale geldik.
Alejandro González Iñárritu, Yönetmen.
Tanrı Alegorisi
Oscar ödüllü film Birdman, sinemalarda gösterime girdiğinde sosyal medya bugünkü gibi yaşamımızı biçimlendiren temel bileşen etkisine henüz evrilmemişti. Sosyal medya kendine özgü inanç ve olguları da yaratmış görünüyor. Gerçek hayatta aslında karşılığı olmayan türlü konular etkileşim ve tartışma alanı kazanarak insanın günlük pratiklerinden, hayata olan yaklaşımına kadar karar verici temel dinamik olarak çalışıyor. Coğrafya fark etmeksizin kitlelerin neyi seveceğine, neyi tüketeceğine, nelere karşı olması gerektiğine dolayısıyla insanın nasıl yaşayacağına artık çoğunlukla sosyal medya yön veriyor. Hepimiz farkındayız ki, sosyal medya artık sadece ‘medya’ olmadığı gibi, biz insanlar için sosyali yeniden tanımlamış halde, tıpkı antik anlatılarda olduğu gibi. Iñárritu, o dönem yaklaştığını gördüğü bu çağı Birdman’de tam da mitolojik benzerlik zemininde ifade etmeye çalışır. Çoğumuz için kültürel masallar niteliğindeki mitoloji, tüm olayların sanki başka bir gerçeklik evreninde sürüp gittiği bir oyun sahnesidir. Filmde Riggan sahnedeki oyunun başrolü, yönetmeni, uyarlayanı olduğu kadar tiyatronun da sahibidir. Birdman kostümünü çıkarmış olsa da sıradan insanların arasına tiyatro aracılığıyla karışmaya karar vermiş doğaüstü güçleri olan mitolojik tanrı figürü gibidir. İnsanlara olan ilgi ve nezaketine karşın kendisiyle baş başayken onlara yönelik üstenci yargılarına şahit oluruz. Bu yanıyla tıpkı mitolojik tanrılar gibi film boyunca insanları yönetir, etkileşir kimi zamansa öykünerek onlarla mücadele eder.
Gerçekliğin sınırları tiyatro sahnesinde çözülüyor
Filmin ilk bölümlerinde provada yaşanan bir kazada yaralanan oyuncunun son anda yerini alan Mike (Edward Norton), Broadway sahnelerinde takdir toplamış bir aktördür. Oyunculuktaki yeteneği ve ünü, pervasız tavırlarıyla son derece karizmatik bir karakterdir. Şöhret olmayı küçümser tavrına karşın medyaya ve imajına verdiği önem, tam tersini göstermektedir. Mike’ın bu özelliklerine Riggan’la giriştiği zamanla kısır döngü halini alan mücadeleleri ve duygusal zaafları eklenince mitolojilerdeki yarı tanrı benzeri bir karakterle karşılaşmış oluruz. Filmdeki tüm karakterler tiyatro oyununu başarıyla sahneye koymayı amaç ediniyor gibi görünseler de, işin sonunda -mitoslardaki gibi- eylemleri nedeniyle bir çeşit sorunlar sarmalına neden oluyorlar. Mitolojide sağduyunun habercisi Musalar’a –Muses– karşılık gelebilecek Riggan’ın eşi (Amy Ryan) ya da tek normal insan gibi görünen menajerinin (Zach Galifianakis) olanca çabaları bile bu trajik döngüyü kırmakta yetersiz kalır.
Film, başından sonuna kadar çoğunlukla tiyatro binası ve çevresinde geçer. Tanrılar ve diğer varlıklar arasındakine benzer bu mücadele döngüsünde tiyatro çalışanı sıradan insanlar etkisiz, izleyici konumundadır. Aktörlerin sahne arkasında bile çevredekileri görmezden gelen yaklaşımları onları var eden tiyatroyu tanrılar tepesi haline getirir. Böylece tiyatro sahnesi ile gerçek hayat sahnesindeki sıradan insanlar arasında, gerçekliğin sınırları oldukça belirsiz hale gelir.
St. James Tiyatrosu.
Görsel: Wikimedia Commons
Trendlerin peşinde sanal arayışlar
Medeniyetimize aklın hâkim olmaya başladığı dönemden beri mitosları, geçmiş kültürleri şekillendiren gerçeküstü masallar ya da safça inanışlar olarak karşılıyor, dünyaya eskisinden çok daha gerçekçi baktığımıza inanıyoruz. Öte yandan günümüz dijital iletişim alışkanlıklarının günlük yaşamımızdaki gerçeklik algımızı ne denli etkilediğinin çoğu zaman farkına bile varamıyoruz. Tanrıların kimi basit davranışlarının tüm insanlığı peşinde sürükleyen savaşlara dönüştüğü anlatıları çocukça masallar olarak düşünürken, gerçekliğini sorgulamadığımız sosyal medya haberleriyle bir şeye kitle halinde düşman oluyoruz. Ancak mitolojinin konusu olabilecek akıl dışı karakterleri günlük yaşamımızda onaylıyor ve milyonlar halinde peşinden sürükleniyoruz. Anlamı ve faydasına bakmadan her gün bir yenisi yarattığımız trendlerin peşine, Kaf Dağı’nın ardındaki sihirli elmaları bulacakmış gibi düşüyoruz.
Mitoslar, engin düzlüklerde sadece birkaç insanın yaşadığı, birinin ömrü boyunca kendi yakınlarından başka kimseyi tanıma fırsatı bulamadığı dönemlerde, insanın ve yaşamın ne olduğunu tasvir eden sahnelemelerdi. İçeriğinde sıkça yer bulan kıskançlık, ihanet benzeri duygularla başlayan türlü dalaverelerin kaçınılmaz olarak kayıplar, yıkımlar ve acılarla sonuçlanacağı bu sahneler aracılığıyla insanlara öğütlenirdi. Dolayısıyla mitoslarda konu edilen şeylerin gerçekliğinden öte, böylesi potansiyele sahip insanın yaşamına ‘doğru’ yön verebilmesi yeterliydi.
İnsan için doğrunun çeşitli zeminlerde, bambaşka işlevde ve birbirinden farklı anlamları bulunur. Mitolojide dolaylı, Birdman’da açıktan ifade edildiği şekilde; ‘Bu dünyada sevildiğini hissetmek’ hepimiz için belki de tek doğrudur. Mitosların gerçek olmadığına inanmamız, onu bulduğumuzda sevmek ve sevilmeyi bizler için çok daha gerçekçi bir his haline getiriyordu. Hepimiz için geçerli olan belki de bu tek doğru, içinde yaşadığımız dijital mitolojik düzlemde, Birdman Riggan’ın pencereden uçarak süzüldüğü gibi her geçen gün bizden iyice uzaklaşmaya başladı.