İklim Demir Tantoğlu

iklim.demir@klemensart.com

Zihnimizde Tanpınar’ın şiiri ve Fatih’in acılı şehzadesi Cem ile Bursa’dayız. Bir Sanat Tarihçi’nin zihninde mini tur atıyoruz biraz Yeşil’de biraz da Cem’in yattığı yerde.

Bursa günümüz yaşantısının karmaşası içerisinde özünü korumayı başarmış bir kent. Öyle ki Bursa’nın karmaşası geçici, alçakgönüllü ve doğal kimliği ise ebedi. Arabaların korna sesleri ve keşmekeşinin içerisinde Yeşil’e doğru döndüğümüzde ecük bücük evler karşımıza çıkıyor. Evlerin arasında eskimiş almaşık duvarlarıyla kübik mescit veya türbeler, onun yanında yepyeni evler ile kaynaşmış yıkıldı yıkılacak evlerin birlikteliği kaotik bir görüntü yaratmasına karşılık bir yönüyle de farklı hissettiriyor. Bursa bu yenilikleri her nasılsa içine çekmiş, onunla hemhâl olmayı başarmış.

Durak: Firuzenin en güzel hali Yeşil

Rampayı çıkarken Yeşil Türbe’nin firuze, tek renk sırlı çinileri ağaçların ve evlerin arasında parlarken kişide bir şaşkınlık ve heyecan yarattığını rahatlıkla söyleyebilirim. Timur ve Yıldırım Beyazid arasında gerçekleşen Ankara Savaşı sonrasında Anadolu’dan Tebriz’e götürülen sanatçıların burada çalıştığı bilinmektedir. Çelebi Mehmed’e ‘Sanatın Koruyucusu’ kisvesini kazandıracak kadar da önemli bir yapı topluluğundan oluşmaktadır Yeşil Külliye. Buraya gelince aklıma Tanpınar’ın şiirinden birkaç mısra geliyor:

‘Yeşil Türbesi’ni gezdik dün akşam.

Duyduk bir musiki gibi zamandan

Çinilere sinmiş Kur’an sesini…’

Türk geleneğinde hükümdarların ve hali vakti yerinde olan insanların kendileri ve aileleri için türbe inşa ettirme geleneği vardır. İlginçtir ki, Çelebi Mehmed’in kendisi ve soyu için inşa ettirdiği Yeşil Türbe’nin inşası 1421 yılında biter ve padişah o yıl vefat ederek buraya gömülür. Bu mini ziyarette beni şaşırtan bir diğer olay, buranın turistik bir bölge olmasının yanı sıra yerel insanlar tarafından da sıklıkla ziyaret edilmesi ve Çelebi Mehmed’e dualarını okuyup gitmeleri oldu. İnsanların bunu rutine bindirdiklerini görmek kültürel hazinenin amacına uygun bir şekilde varlığını sürdürdüğünün en güzel örneklerinden birisiydi.

Durak: Birisi Bizans mı dedi?

Roma İmparatoru Trajan zamanında Bursa Valisi olan tarihçi Plinus, Bursa’nın kentleşme sürecindeki ilk adımlarının, Kartaca Komutanı Annibal’ın isteği ile atıldığını ifade eder. Roma, Bizans ve kısa süreli Selçuklu hakimiyetinde olan kent, Osmanlılar ile kimlik kazanmıştır. İstanbul’un klasiğine ulaşmış ve imparatorluk kimliğine bürünmüş Osmanlı yapılarının yanında Bursa örneklerini daha heyecan verici ve karakterli bulduğumu söylemem gerek. Öyle ki İstanbul gücün merkezidir ve devlet sanatının ulaşabileceği en uç noktaları bizlere gösterir. Müthiş derecede tevazu sahibi olan Bursa yapıları, pek çok karşılaşmanın sonucu oluştu elbette. Bilmesem cephe tasarımından ‘Bizans’tır bu!’ diyebileceğim kadar Bizans tınıları da içeren ama bir o kadar da kendine has farklı bir anlatıya sahip. Almaşık düzenli cepheler, dörtgen kasnaklar üzerindeki kirpi saçaklı kubbeleriyle can ciğer olmuş yükselen bir devlet, burada kendini yaratıyor.

Durak: Tophane’ye giderken

Balıkesirli taksici ile Tophane’ye giderken aramızda geçen diyalogdan aklımda kalan ‘Abla bura evliyalar diyarı. Nereye ayağını atsan yatır. Sen de mi yatırları geziyon?’ sözü buradaki inanç turizmini de gösterir nitelikte. ‘Evet, yatırların yattığı yerler birer sanat eseri. Bu yüzden geziyorum.’ dedim. Taksici gülerek ‘E iyi o zaman. Bütün yıl gezsen de burada yatır bitmez.’ cevabına ikimizde güldük.  Tophane’de bir seyirlik yeri var. Ağırlıklı İstanbul’dan günübirlik gelmiş insanlar bu manzarada fotoğraf çektiriyorlar. Bunu çok garipsiyorum. Sanayileşme ile artan imar faaliyetleri nedeniyle bakılan seyirlik o kadar çirkin ki! Göz, önce plansız yerleştirilmiş evleri ardından da uzaktaki boşlukta ne olduğunu anlayamadığım bir binanın silüetini görüyor.

Durak: Sultan Cem’in İstirahatgâhına doğru

Tophane’den sonra Muradiye’ye dura kalka yarım saat yürümüşüzdür. Kıvrılan yol boyu inerken yeşilin arasında kimisi yenilenmiş, kimisi yaş almaktan yıkıldı yıkılacak sofalı geleneksel Türk evleri de karşımıza çıktı. Yola bakan evlerin arasındaki Palmiye ağaçları ve havanın hafif nemli kokusu, kurak yerden gelen bizlere farklı bir iklime geldiğimizi hissettirmeye yetiyor.

Muradiye Külliyesi, yanındaki Çınar ağacının gölgesinde huzurlu bir havaya sahip. Şehrin kaosu içerisinde zaman zaman rahatsız edici olan ezan sesi, burada kulağa çok hoş geliyor. Çocukluktan beri mevlütlerde okunan dualar beni huzursuz etmiştir. Ama II. Murad’ın türbesinde okunan dualar, nedenini anlamadığım bir ferahlık hissettiriyor.  Buranın en ünlü ismi Cem Sultan. Hikayesi bugün bile taze olan Fatih’in en sevdiği oğlu, şehzadesi Cem Sultan’ın cenazesi türlü bürokratik zorluklar ve yüklü ödemeler ile alınarak Bursa’ya getirilir. Tahtı kendi hakkı gören Şehzade Cem’in yaşadıkları, Osmanlı Hanedanı’nın yok oluşuna kadar bitmek bilmeyen bir hazin bir öyküdür aslında. Kahire’den Rodos’a, Rodos’tan Fransa’ya ve hatta Papalığa uzanan 13 yıllık esirliği ile en acıklı olanıdır.  Öyle ki kendisi bugün bir şehzade değil, sultan olarak anılmaktadır.

‘Sen bister-i gülde yatasın şevk ile handan,
Ben kül döşenem külhan-ı mihnette sebeb ne?’
(Sen gül döşenmiş yatakta neşeyle gülerek yatarken, ben zahmet ve eziyet içinde küle batayım, neden?) diye sorar Cem abisi Beyazid’a.

Beyazid ise kardeşine şu cevabı verir:

‘Çün rüz-i ezel kısmet olunmuş bize devlet,
Takdire rıza vermeyesin böyle sebeb ne?
Haccacü’l-Haremeynüm deyüben da’va kılarsun,
Ya saltanat-i dünyeviye bunca taleb ne?’
(Bize ezelden saltanat kısmetmiş, sen ise kadere rıza olmadın buna sebep ne? Hacca gittin kendini temizlemek davasına düştün, peki dünya saltanatı için bunca hırsa sebep ne?)

Külliyedeki türbe öbeklerinden Cem Sultan’ın adıyla anılanı, onun için yapılmamıştır. Cem burada kendi ailesinden şehzadeler ile yatmaktadır. Türbe kapısından içeriye girdiğiniz an, iç beden duvarlarının yarısına kadar uzanan tek renk sırlı firuze çiniler, devamında uzanan kalemişleri ve mihrapçelerin kırmızı, mavi ve turuncuya çalan mukarnasları müthiş çarpıcıdır. Bu renk bolluğu gözü asla yormaz, tersine heyecan vericidir. Cem’in öyküsünden mi yoksa türbenin güzelliğinden midir bilmem gözlerimin dolduğunu hissediyorum. Biraz da gelen ziyaretçilerin aval halleri de sinirlerimi bozmuş olabilir.

Devam edecek